6 Mart 2015 Cuma

VAHŞETİN SON MEKTUBU

                396. gün oldu ben Ankara'dan ayrılalı. Afganistan'ın ücra bir köşesine memleketi korumaya diye senden ayrılalı tam 396 gün oldu. Ellerim titremeye başladı Nur. 396 gün boyunca her gün ölümü beklemekten artık ellerim titriyor. Her gün masum mu yoksa gerçekten ölmeyi hakeden mi bilmediğim insanları öldürmek için kurşun yağmuruna tutuyorum evleri. Başlarda pek umurumda olmasa da artık her kurşunda ben de kendimden bir şeyler kaybediyorum. Hissediyorum. Bana sık emri veriliyor ve insanları öldürmeye başlıyorum. Dur denildiğinde duruyorum. Çok basit bir iş aslında inan, insan oğlunun tarih sahnesine ilk çıkışından beri yaptığı bir iş, çok temel, çok içgüdüsel. Sadece seni öldürmek isteyenleri öldürüyorsun ve bu artık çok basit gelmeye başlıyor bana. Bu 396 günden sonra ben o bildiğin güler yüzlü, evdeki kedilerine çocukları gibi bakan Metin değilim. Türkiye sınırlarında yapsam müebbet yiyeceğim suçları burada vatanı korumak adına yapıyorum. Ya da adına öyle diyorlar. Vatanı korumak. Her gün düşünüyorum, vatanı korumak adına neden vatan dediğim yerden, senin yanından, binlerce kilometre uzakta, hiç bilmediğim aramda hiç sorun olmayan adamları öldürmeye çalışıyorum. Bilmiyorum. Bana sadece vur diyorlar. Bu durumda suçlu ben miyim onlar mı anlayamıyorum. İnsan öldürmenin yanlışlığını bilip yine de birini öldürmek mi, yoksa verdiğin emri kesinlikle uygulayacağını bildiğin askerlere vur emri vermek mi daha vahim bilmiyorum. Geçen gün bıçak ile bir çeçen öldürmek zorunda kaldım. Silahım tutukluk yapınca kasaturayı sapladım akciğerine doğru. Yavaşça öldü gözlerimin önünde. Sevdiklerinden, ailesinden, belki köyündeki sürüsünden, belki de evinin yanı başındaki tütün tarlasından, arkadaşlarından ben ve bıçağım ayırdı. Kararı ben verdim bu sefer. Kimse bana bıçağı çekmemi emretmemişti, sadece yapmam gerektiğini düşündüğüm şeyi yaptım, öldürdüm. Gövdesi tamamen kırmızıya bulanana kadar bıçağı içinde tuttum, sertçe bastırdım, içimdeki nefreti görmeliydin Nur, elimde olsa bütün insanlığı öldürebilirdim o an. Yapmam gerekeni mi yapıyorum yoksa yapmak istediğimi mi bilmiyorum. Arada nabız yokluyorum da galiba buradakiler benim kadar düşünmüyor, sadece sıkıyorlar mermiyi sanki karşılarındaki hedef tahtasıymışcasına. İnsan buradan döndükten sonra ya şair olur ya katil.
                En çok da neyi özledim biliyor musun? Ellerimi yanağından boynuna doğru götürürken kafanı hafif yatırıp o tatlı gülüşünle bana bakmanı özledim. Sarı saçlarını omzuma serip film izlemelerimizi, saçma sebeplerle tartışmalarımızı özledim. Burada bütün saçmalık denecek şeyler o kadar az ki, insanların birer birer can verdiği yerde ölümden daha ciddi bir şey kalmıyor. Mavi çizgili gömleğimi özledim. Hani sen "en çok bu gömleğini seviyorum" dedin diye 3 yıldır eskimesin diye giymediğim gömleği. Sana hala çok aşığ… Aşık mıyım bilmiyorum. Bunu birkaç gündür düşünüyorum, sana aşık mıyım yoksa sen burada benim son kalan insan yanımın temsilcisisin diye var gücümle sana mı tutunuyorum diye çok düşünüyorum. Arada bir fark da yok belki. Çünkü hayatımın en depresif zamanında tanımıştım seni. Babamın vefat ettiği, eve para getirmek için çalışmak zorunda kaldığım dönemde tam "yeter artık"lar içerisinde boğulacakken bulmuştum seni. Şimdi de beni ikinci defa kurtarıyorsun. Belki de sana olan aşkım da hep bu sebeptendi. Hayatımı dengede tuttuğun için senden vazgeçemeyeceğimi biliyordum ve buna aşk diyordum. Bütün duygularım birbirine girmeye başladı burada. Öldürdüğü her çeçenin saçını kesen bir asker var burada, adı Murat, en çok da o bozuyor sinirlerimi. Öldürdükleri sanki insan değilmişcesine davranıyor onlara. Belki de en doğrusunu o yapıyor. Sonuçta doktorlar da hastayı bayılttıktan sonra onlara birer ceset muamelesi yapıyor ve toplum tarafından alkış alıyor. Murat da bu sebepten toplumdan alkış mı almalı yoksa yaptığı suç mu bilmiyorum. Bazen çok düşünüyorsun diyorlar. Onlara kaç insan öldürdüklerini soruyorum. Başta hiçkimseyi öldürmedim ki diyecek oluyorlar fakat sonra duraksıyorlar. Sanırsam ben bu soruyu sorana kadar kimse öldürdüklerinin birer insan olduğunu anımsamıyor.
                Ellerim titriyor Nur. Geçen gün çorabımı dikeyim derken ipliği iğneden geçiremedim. Tam 1 koca saatimi ve yarım metre ipi harcadım. En son çare Murat'a verdim iğneyi. Adeta bir beyin cerrahı edasıyla gözünü kırpmadan ve hiç teklemeden ipliği geçirmeyi başardı. Murat'la her vakit geçirişimde ondan hem nefret ediyor hem de saygı duyuyordum. Sadece işini yapan, duygularını işine karıştırmayan birisi, işi hiç tanımadığı insanları öldürmek olsa bile. Garip hisler içerisindeyim. Elime aldığımda 50 kalibre silahı, dünyanın en güçlü insanı oluyorum. Testosteronu bütün damarlarımda hissedebiliyorum. Hayat almak ve hayat vermek gücünü parmaklarımın ucunda tutuyorum. 50 kalibrelik, 10 kiloluk, 9 cmlik mermileriyle büyük bir güç bu. Geçen teğmen'e sorduğumda 250bin lira fiyat biçti o güce. Senden daha değerli ha diye ekledi garip bir kahkaha ile.
                Sanırım bu  sana son mektubum olacak. Burada bir sene daha kalacaksam eğer-ki komutanlarım bunu garanti ediyor- burada ölmek istiyorum. Cesedim diğer cesetler arasında kaybolup gitsin isterim. Ne benim bu çirkin halimi gör, ne de tüm bu değişimime katlanmak zorunda kalayım. Ölüp giderim hayatından geride hep o tatlı, sevdiğin Metin'i bırakarak. Ölenler hep öldükleri yaşta kalırlar derler ya. Bu sefer ben 33ümde kalmayayım Nur olur mu? Seninle yaşlanayım, kredi taksidi biten evimizin penceresinde fesleğen sulayalım beraber. Torunlarımız olsun, haytalar kumandayı kırsın, vazoyu devirsin. Başka biriyle evlensen de sorun etmem. Ama beni 33üme mahkum etme Nur. Seninle birlikte yaşayayım. Bırak senin gözünden göreyim dünyayı, Bayram arefeleri keşkelerle değil mutlu haberlerle gel anıt mezara. Tüm bu katil, ellerini kanla yıkayan Metin'i unut. 396 gün öncesinden devam etsin hayat. Ben seni unutmadan önce beni unut Nur. Hala güzel anılmaya değer bir şeyler varken bana dair, beni unut.